Veli
görüşmelerinde öğretmenlerin öncelikle veliler ile aynı dili konuşup
konuşmadıklarını belirlemeleri gerekir. Aynı dili konuşmak demek karşıdaki ile
bir iletişim kanalı yakalamak demektir ki bu zannedildiği kadar kolay bir iş
değildir.
Gaziantep’te yöneticilik yaptığım zamanlarda bir veli görüşmem
olmuştu. Bir öğrenci velisi kadın çocuğunun ders çalışmamasından dert
yanıyordu. Okuldan üçte gelen çocuğunu ders çalışması için dövdüğünü, dövmekten
yorulduğu halde söz geçiremediğini, beş gibi eve gelen abisinin de ders
çalışması için dövdüğünü yine başaramadığını ve nihayetinde yedi gibi gelen
babasının da dövmekten yorulduğunu ve bu sahnenin her gün tekrarlandığını
anlattı. Herhalde yeterince dövemediğini düşündüğünden bana ne yapması
gerektiğini sordu. Ben de dövmeyi bırakın yeter başka bir şey lazım gelmez
dediğimde ikna olmamış bir bakışla bana bakmıştı ki hiç unutmam. İstediği onayı
mı alamamıştı, yoksa ikna mı olmamıştı bilemiyorum.
Çocuk da bu şekilde
dayatılan bir ders çalışmanın faydasına inanamamış mıydı yoksa bu aile
yapısında okumanın ne işe yarayacağını kestirememiş miydi bu da belli değildi.
Biz ders kitaplarına ne kadar ilgili ve naif aile senaryoları koyarsak koyalım
çocuklarımız kitaplarını kapattıklarında aynı tablo devam etmiyorsa belki çift
kişiliğe kadar varan bir kimlik çatışmasının tohumları ekiliyor değil midir?
Çocuklarımıza
kendilerine ait bir oda tahsis edilmesi, günümüzde taşradaki evlerde dahi
düşünülen bir güzelliktir. Ancak bütün oyuncakların salona getirilerek etrafa
saçılması ve evin vitrini olan salonun oyun alanına çevrilmesine henüz
annelerin alıştığı söylenemez. Çocuklardaki bu alışkanlığın, büyüklere karşı
bir başarı göstergesi olduğunu düşünürüm hep. Çocuk odasında oynasa kullandığı
oyuncakları kullanabildiğini büyüklerine gösterememiş olacağından asıl amaçları
oynamak değil oynayabildiğini büyüklere göstermek olduğunu ve kullandıkları
aletlerin kendi gözlerinde gerçek zannettiklerini ve sadece bizim gözümüzde
oyuncak olduğunu nasıl görmezden gelebiliriz ki?
Yakın çevresinde gerçeğinin
gördüğü oyuncaklara karşı bir güç mücadelesidir oyun. Çocuklardaki başarı gösterme
eğilimi büyüdükçe şekil değiştirse de hep devam ettiği bir gerçektir. Ancak aynı gösterme isteğinin okul derslerinde
olmaması belki de büyükler olarak bizlerin takip ve rol model
eksikliğimizdendir. Çocuklara hep okuyun adam olun bizim gibi olmayın tarzı
temenniler bizleri örnek alarak büyüyen çocuklarda tam karşılığını
bulamamaktadır. Veliler de bu eksiklerini okuldaki öğretmenlerin
karşılayacağını düşünür.
Okul
hayatımızın başlaması ile eti senin kemiği benim cümlesi her okul kaydında
kulağımıza çalınırdı. Bir de öğretmenlerin “oku oğlum baban gibi eşek olma”
cümlesindeki virgülün nerede olması gerektiği sorusu sınav hayatımızın ilk zor sorusu
olarak bizi karşılardı.
Akşam evde okuyun bizim gibi olmayın serzenişleri ile
sabah okulda öğretmenlerin bu sorusu birleşince virgülün herhalde oğlum
kelimesinden sonra olması gerektiği mi anlatılıyordu? Yoksa sadece adam olmanın
şartının okumak olduğu, aksi takdirde eşeklikten kurtulamayacağımızı anlatan
bir rehberlik sloganı mıydı? Her halükarda bir sıçrama beklendiği,
yapamadığımızda zaten sana adam olmazsın denildiğinden kaybedilecek bir şeyin
olmadığı bir bakış açısı olduğu açıktı.
Bugün çocuklarımızı aşırı başarılı ve
zeki olduklarına inandırarak büyüttüğümüz ve başaramadıklarında hay aksi kötü
gününe denk geldi diyerek geçiştirdiğimiz gerçeği açıktır. Çocuklarımızın da
sırf bize karşı mahcup olmamak için “mış” gibi yaptıkları da açıktır.
Başarılıymış gibi, ilgiliymiş gibi, seviyormuş gibi ve mahcupmuş gibi.
İlkokul
öğretmenleri ile branş öğretmenlerinin tatlı takışmaları ilköğretim okullarının
öğretmenler odasının vazgeçilmez muhabbet sebebidir. Çalıştığım yıllarda bazen
muziplik olsun diye ortaya bir laf atar sonra da kenara geçip izlerdim. Herkes
eteğindekini döküp sakinleşince hep beraber bana sitem ederlerdi.
Bir defasında
bir matematik öğretmeni sınıf öğretmenlerinin ne yaptığını sorarak kendilerinin
türev, integral gibi konularından bahisle sınıfçıların ise sadece iki kere
ikinin dört olduğunu öğretmekte olduklarını iddia etti. Sınıf öğretmeninin biri de kendisini
onaylamış fakat akabinde “hadi bu iki kere ikiyi bana kırk dakika boyunca
anlat” demişti.
Bu cevap bende sınıf öğretmenliğinin bir iletişim mesleği
olduğunu bugünden geriye öğreten bir cevaptı. Bazılarının ise aileden bir şey
almadan gelen çocuklardan şikâyet ettiklerini de görürdüm. Onlara ailede altı
yıl kalan çocuğun kendilerinde de beş yıl kaldıklarını ve bu zaman zarfında
üzerine ne koyduklarını ilerde branşçıların soracağını söylerdim.
Aslında
önemli olanın ne öğrettiğimizden çok iletişim kanalı yakalamak olduğunu ve
sonrasında öğrencinin zaten her türlü öğreneceğini vurgulamam bir meslek
sorumluluğu gelirdi bana...
Hüseyin Avni GÜLLÜ
Eğitim Yöneticisi
BİR EĞİTİMCİNİN GÖZÜNDEN:ÇOCUKLAR İLE AYNI DİLİ KONUŞMAK
Reviewed by blogdefterimiz@gmail.com
on
Nisan 30, 2018
Rating:

Gerçekten de "o iki kere iki dört eder." mevzusunu kavratmak kolay değildir. En zoru da bölmedir... Ben kızımla epey uğraşmıştım. Kötü bir anısı da vardır.
YanıtlayınSilŞunu gözlemliyorum; üniversitede öğrencilerle devamlı çalışan biri olarak: İçi boşaltılmış bir eğitim sistemindeyiz. Her 4 senede beraber çalıştığımız stajyer öğrencilerin donanımları gittikçe düşmekte. Bu durumda üzücüdür...
Size katılıyorum bahçe perim
YanıtlayınSil